🎰 MistyCasino’a Giriş Yapmak İçin Tıkla!

Altın küpün parıltısında kaybolan sanat

  • Konbuyu başlatan Marsbahis
  • Başlangıç tarihi
M

Marsbahis

Administrator
Yönetici
2022 yılının karlı bir Şubat sabahında, New York’un Central Park’ında, meraklı gözler bir anda aynı noktaya çevrilmişti.

Parkın ortasında, 24 ayar saf altından yapılmış, 186 kilogram ağırlığında bir küp parlıyordu: Niclas Castello’nun ‘Castello Cube’u.

690bcd03b825a93f9900f495.jpg


Değeriyse o dönem yaklaşık 11.7 milyon dolardı, bugünkü altın kuruyla ise tam 23 milyon dolar.

Sanatçı, eserinin satılmayacağını, kavramsal olduğunu söylüyordu.

Oysa üç yıl sonra, bu küp yeniden gündeme geldi, bu kez bir galeride değil, bir iflas mahkemesi dosyasında.

Eserin yüzde 32’sine sahip olan Avusturyalı milyarder Klemens Hallmann, gayrimenkul imparatorluğunun çöküşüyle birlikte kişisel iflasını açıkladı.

Borçlarını ödeyebilmek için alacaklılarına, altın küpteki payını devretmek zorunda kaldı.

Bir zamanlar satılamaz olarak tanımlanan eser, bir anda likidite aracı hâline geldi.

Sanatın simgesel değeri, gram altın fiyatına endekslendi.

Bu olay, yalnızca bir sanatçının veya bir yatırımcının hikâyesi değil.

Sanat ile para arasındaki karmaşık ilişkinin kristalleşmiş hâli. Çünkü bugün sanat dünyası, tıpkı finans piyasaları gibi, algı, arz-talep dengesi ve spekülasyon üzerine kuruluyor.

‘Castello Cube’ belki de bu gerçeği en çıplak haliyle ortaya koydu: Sanat, artık bir ifade biçiminden çok yatırım aracı.

Sanat tarihine baktığımızda da parayla ilişkisini görüyoruz.

Rönesans döneminde sanatçılar, soyluların ve ibadet mekanlarının siparişleriyle var oluyordu.

Ancak o dönemki ekonomik ilişki, sanatı finanse eden bir araçtı, bugünse para, sanatın kendisinin konusu hâline geldi.

Andy Warhol’un ünlü sözü akla geliyor: “Sanat yapmak iyidir ama para kazanmak da bir sanattır.”

Günümüz dünyasında bu cümle, neredeyse bir manifestoya dönüşmüş durumda.

Castello’nun altın küpü, tam da bu noktada bir simgeye dönüştü. Saf altınla yapılan bir “sanat eseri” neyi temsil eder?

Estetiği mi, yoksa gücü mü?

Kavramsal bir sorgulamayı mı, yoksa zenginliğin kendisini mi? Sanatçının asla satılmayacak dediği eser, yatırımcısının iflasıyla birlikte tahsil edilebilir bir varlığa dönüştüğünde, bu soruların tümü yeniden yankılandı.

Sanatın hisselere bölünebilmesi fikri, dijital çağın başka bir yansıması.

NFT’ler, token’lar, dijital sahiplik kavramları, sanatı demokratikleştirmek yerine çoğu zaman paranın yeniden merkezine yerleştirdi.

Bir eserin sanatsal değeri değil, borsadaki performansı konuşuluyor.

‘Castello Coin’ adındaki kripto para da tam olarak bunu temsil ediyordu.

Sanatı, bir simge olarak değil, bir yatırım aracı olarak pazarlamak.

Elbette sanatçıların geçim kaygısı, üretim maliyetleri, galerilerin ve müzayede evlerinin sistematik gücü göz önünde bulundurulduğunda, sanatı paradan tamamen soyutlamak mümkün değil.

Ancak tehlike, sanatın tamamının ekonomik değerine indirgenmesinde yatıyor.

Altın küp, bu açıdan bir ayna işlevi görüyor.

Hem çağımızın servet takıntısını hem de sanatın ticarileşmesini yansıtıyor.

Belki de Castello, tam olarak bunu göstermek istedi, ama ironik bir biçimde, kendi eleştirisi sistemin parçasına dönüştü.

Bugün, bir sanat eserinin kaderi bir borsa grafiğine, bir yatırımcının iflasına, bir avukatın icra dosyasına bağlı olabiliyor.

Sanat, altınla değil, anlamla inşa edilmeli.

Aksi hâlde, sanatın ışıltısı altının parıltısında kaybolur.

O zaman geriye yalnızca eritilip yeniden satılabilecek bir külçe kalır.
 
Geri
Üst